8 Aralık 2015 Salı

Yeni Kitaplarımız (2015/Kasım)

İstediği her şeyi elde etmeye alışkın olan zengin işadamı Jonas  Faraday, özel bir kulübe yapılan başvuruları değerlendirmekle görevli  kayıt asistanından isimsiz bir not alınca, onu bulmayı ve ona hayatında hiç tatmadığı maceralar yaşatmayı takıntı hâline getirir.
Masum bir merakla başlayan bu keşif hızla karşı konulamaz bir tutku ve saplantıya dönüşür.
Muhteşem bir kurgu; kesinlikle sürükleyici; tutku, hüzün ve mizahın kusursuz karışımı…
Elinizden düşüremeyeceğiniz bir kitap! – The Romance Cover

Hayata dair her şeyi anlatmak zordur.
Bu cümlelerde; yaşadığımız, uzaktan baktığımız, konuşamadığımız, çaresiz kaldığımız, korktuğumuz ve bazen gülümseyerek hayal kurduğumuz anlara ait tüm duygular var.
Bu kitapta ‘hayat’ var.…  -Toygar IŞIKLI

Aşkın hatırı vardı; günahı, sevabı vardı onca yılın.
Yoksa, kendin silecektin gözyaşını.
Oysaki ben her damlasını notalara teptim.
“Sol” isyanlarındı,
“Fa” öfkelerin.
“La” kalakaldı öylece, hiç mi sevmedin?
Eksik kaldı yine ikimizin melodisi.
“La” sız…
Ki “La” sonsuzluk hecesi...

İsmi dudaklarımı kesti. Cesaretimin son mecaliyle tekrar baktım gözlerine.
Dayanamadım, tekrar sarıldım.
Doyamadım, usulca fısıldadım: “Beni bırakma.” Dudaklarım acıdı, dilimin ucu uyuştu. Yara izlerim sızladı. Doyamadım, çözdüm kollarımı. Kaburgalarım soluklarıma saplandı. Nefesim kesildi. Nefesim kursağımda kaldı.
Doyamadım, gitti. 

Her milletin tarihinde millî kahramanlar vardır. Bazıları cephede yalın kılıç savaşmış, sınırda göğsünü düşmana siper etmiştir. Bazıları han hamam ve imaretler yaparak milletinin asırlarca bu müesseselerden yararlanmasını sağlamıştır. Bazıları de kendini ilim yoluna vakfetmiş, binlerce eser okuyup inceledikten sonra dolup taşmış ve kemale erdikten sonra yeni nesilleri kalemiyle aydınlatmıştır.
İsmail Hami Danişmend de millî kahramanlarımızdandır, yaşadığı dönemin en önemli ilim adamlarından biridir. Danişmend’in yazdığı fikrî, ilmî ve tarihî eserler günümüz insanı için bir hazine değerindedir. Bu kitabı yazmaktaki amacımız yeni nesillere İ. Hami Danişmend’i hayatı, eserleri ve fikirleri yönünden tanıtmak ve sevdirmektir. 

Ergun Göknel’in ‘İslamofobi’ Üçlemesinin ikinci kitabı, ‘Düşmandan Teröriste’ başlığıyla, bu tekinsiz İslam karşıtlığı sürecinin dönüşümünün çok önemli bir aşamasını mükemmel bir biçimde özetliyor. Tuhaf bir diyalektik: Önce İslam karşıtlığının İslam Düşmanlığına, sonra İslam Düşmanlığının İslam’ın Terörizmine dönüşmesinin tarihi! Göknel, bu kitabında bu tarihi anlatıyor.
İslamofobi üzerine sayısız yorum yapıldı, yapılmaya devam ediliyor. Ama İslamofobinin kuşatıcı bir tarihyazımı [historiografisi] yok! Bu son derece önemli: Göknel’in üç ciltte tamamlanacak olan İslamofobi’sinde bu meselenin, özellikle politik bağlamda irdeleniyor olması, üçlemenin değerini çoğaltıyor! 
Biliyoruz: İslamofobinin başlangıcı, yabancı düşmanlığı [ksenofobi] iledir. Bu aynı zamanda bir medeniyet düşmanlığıdır da! 1492’den itibaren Hıristiyan olmayanları [Müslüman Endülüs Emevilerini ve Musevileri] kendi kıtasından sürgün etmekle Avrupa, kendi medeniyetini bir ‘Hıristiyan Medeniyeti’ olarak işaretlemiş oluyordu. Dolayısıyla İslamofobinin politik tarihi, İslamın Hıristiyanlık tarafından ötekileştirilmeyle başlamış, ötekileştirilen İslam, önce düşmanla, daha sonra da terörle özdeşleştirilmiştir.
Göknel’in İslamofobi’sinin bu ikinci cildinde Avrupa ülkelerinin her birinde bu meselenin nasıl alımlandığını [idrak edildiğini] ayrıntılarıyla ortaya koyuyor. Tarihyazımının politik bağlamı ağır basmakla birlikte Göknel’in, İslamofobinin entelektüel ve sanatsal göndermelerine de atıfta bulunduğunu [ müzikte, karikatürde, sinemada] görmezden gelemeyiz.
İslamofobi, politik, kültürel ve sosyolojik bir mesele. Derinden ve kuşatıcı bir irdelemeyle İslamofobi’nin  ‘İkiz Kuleler’ teröründen [2001] İŞİD’in ortaya çıkışına [ 2014] kadarki sürecinin, sayısız belge ve yorumla okunarak ele alındığı bu kitap için Göknel’i gerçekten kutlamak gerekir.
Hilmi YAVUZ

Manik depresif bir kadının delirmemek için verdiği büyük mücadele, bir kısrakla olan içten dostluğu.
Bu kadına her şeyini adamaya hazır, tutkuyla seven bir erkek.
Kadınlar ve erkekler; kısraklar ve aygırlar...
“Yaşlı adam gülümsemişti.
“Bir saguaro delik deşik edilebilir, oyulabilir, devrilebilir, ezilebilir; ama yine de yaşar, yine de hayat veren suyu depolar, yine de yabanıl bir şekilde büyüyüp kendini onarır.”
“Genç adam içli bir melodi çalan sokak şarkıcılarının yanına gitti ve önlerindeki gitar kutusuna hatırı sayılır bir miktarda bahşiş bıraktı : “Elbet güneş bir gün bizim için doğacak!” dedi.
 “Ah hayat! Bunca atıp tuttuktan sonra bile sana inanıyorum.    Hâlâ rüzgâra doğru koşuyor, ruhlarla dans ediyorum...”

Kaybedecek hiçbir şeyimiz kalmayınca akışına bırakırız hayatı.
Mücadelesinin son durağı olarak uzak diyarlara dikmişti gözünü Fırat.  Rüzgâra teslim olmuştu artık. Beyaz düş dediği kara kışın, hüzünle yoğrulduğu gri gecelerin içinde buldu kendini.
Sibirya’da yaşıyor, orada çalışıyordu artık. Yakın tarihin belli dönemlerinde sürgünleri ağırlayan bu diyarda, kendisi gibi vatan özlemi çeken Türk işçilerle aynı karavanaya sallıyordu kaşığını.
Hüsnü Baba’ydı öz babasından daha çok sevdiği en yakın akrabası belki de.
Adını aşk koyamadığı pek çok duygu besledi kalbinde ama hiçbirisi de  “aşk” kadar değer bulmadı gözünde. Ta ki vatanına özlem duyup gönlünce tatil geçirmek için geldiği Marmaris’te İrem Su’yu tanıyana kadar…
Peki, hayatının merkezine koyduğu, tertemiz duygular beslediği bu kız kimdi?  
“Aşk”ın mor rengini okuyacaksınız.   

Hazırlıkları 1935’te başlayıp özgün biçimiyle 1940-46 yılları arasında uygulanan Köy Enstitüleri; bilimin aydınlığında Cumhuriyet tarihimizin ve köylü nüfusun eğitim ve öğretim destanıdır. 1947 yılında başlatılan değişimle okullar önce Köy Öğretmen okullarına dönüştürülmüş ve 1954 yılında da tümüyle kapatılmıştır.
Hasan Âli Yücel’in Maarif Vekilliği döneminde, 17 Nisan 1940 tarihinde kabul edilen kanunla kurulan Köy Enstitüleri’nin babası olarak dönemin İlköğretim Genel Müdürü olan İsmail Hakkı Tonguç kabul edilir.
Çifteler Köy Enstitüsü’nü 1949 yılında bitiren Mehmet CİMİ’nin TONGUÇ BABA adlı eseri Türkiye Cumhuriyeti tarihinde önemli bir yer tutan Köy Enstitüleri’nin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’u anlatıyor.
“Elinizdeki bu yapıt, gelmiş geçmiş Türk eğitiminin en özgün bir atılımını gerçekleştiren yaman bir eğitimcinin savaşım serüvenini sergiliyor. Bu öylesi bir savaşım serüveni ki, özsuyunu evrensel eğitim deneyimlerinden alıp, Türk insanının beden ve ruh yapısına en uygun eğitim yolunu denemekle geçmiştir.” Vedat GÜNYOL
Eser, 1988 yılında Tonguç Baba’nın, Köy Enstitüleri çalışmalarında sağ kolu durumundaki Ferit Oğuz Bayır’ın kurduğu Düşün ve Sanat Ödülü’nü almıştır. Bu ödülün diğer seçkin sahiplerinden bir bölümünü şöyle sıralayabiliriz: Samim Kocagöz, Kemal Özer, Ahmet Ümit, Kemal Sülker ve diğerleri. 


Usandırıcı kaosları ve çatışmalarıyla Ortadoğu’nun gölgesinde kalan Kafkasya, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuzeydoğu sınırında önemli bir kültürel-diplomatik ilgi havzamızdır. Özellikle Azerbaycan, Türk dünyasına açılma kapımız da olması itibariyle Ankara için vazgeçilmez bir müttefik, dost ve kardeş ülkedir.Bütün bu verilere rağmen ne Kafkasya’yı, ne de özellikle Azerbaycan’ı yeteri derecede tanıdığımızı, hatta anladığımızı söyleyemeyiz. İşte, elinizdeki bu kitap bu ciddi eksikliğimizi dolduruyor. Hem de bunu doyurucu bir şekilde yapıyor. Eserde, gerek ansiklopedik bilgiler, gerekse çağdaş veriler ve yerinde yorumlar birlikte, birbirini takviye edercesine yer almış. Yazarları kutluyor ve her kesimden okuyucuya bir “referans  kaynağı” olarak tavsiye ediyorum.

           Prof. Dr. Mim Kemal ÖKE

&&&

Kafkaslar karlı yüksek dağları, derin ve mücadele dolu tarihi, farklı kültürel, dinî etnik yapısı, halklarının renkli müziği ve savaşçı kimliği ile Avrupa ve Asya kıtalarını Hazar,  Karadeniz,  Akdeniz ile bağlayan altın bir kapıdır. XX. yüzyılın ilk çeyreğinde, Osmanlı-Rus-İran İmparatorlukları arasındaki rekabet, I. Dünya Savaşı sonrasında Kafkasya’nın sınırlarını ve siyasal sistemlerini yeniden şekillendirmiştir. Bununla birlikte 1991’de Sovyetler Birliğinin dağılması ile ortaya çıkan çatışmalar, bölgedeki sorunları tırmandırmıştır. Ancak en önemlisi bölgedeki petrol ve gaz rezervlerinin Batı pazarlarına açılma noktası olan Kafkasya’daki ekonomik ve siyasi gelişmeler yeni bir rekabet sürecini tetiklemiştir. Genç meslektaşlarım tarafından hazırlanan bu akademik çalışma Kafkaslarda ortaya çıkan kırılmaları, istikrarsızlıkları, ekonomik ve siyasal sorunları, tarafların barış arayışlarını analiz etmiştir. Ancak bu bilimsel çalışmanın; aynı zamanda bölgede ortaya çıkan enerji sorunları, petrol boru hatları ve terörle mücadele gibi farklı konuları uluslararası ilişkiler mantığı içerisinde teorik ve pratik anlamda analiz eden bir akademik araştırma olduğu değerlendirilmektedir.

Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın


Hahamlar Birliği, Büyük Kıyamet Savaşı için harekete geçiyor. Türk tarihinin en mahrem sırları tehlike altında. Kıyamet adım adım yaklaşıyor.

- Kıyamet alametlerinden Yecüc ve Mecüc Türkler mi?
- Yahudi bilim insanları neden Türklerin genetik yapıları üzerinde çalışmalar yapıyor?
- Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı öncesinde hangi sırrı emanet aldı?
- Mustafa Kemal'i kimler, neden öldürdü?
- Devletin gizli kıyamet politikasını kimler yönetiyor?
- Süleyman Demirel, Yavuz Sultan Selim'den bugüne kadar gelen hangi büyük hedef için çalışıyordu?
- Osmanlı padişahları gerçekte neden Halifelik unvanını kullanmıyordu?

Karanlıkta kalan tüm sorular cevap buluyor. Kayıp Hanedan yeryüzüne çıkıyor. Kitabın ilk sayfasından itibaren sürprizlere hazır olun. Düğüm üstüne düğümlerin atıldığı bu kısa romanı bir solukta okuyacak ve "Hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş." diyeceksiniz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder